Susuzluk Nedir?

Suyun olmadığı, sıcak, kurak bir günde cırcır böceklerinin sesi yükselir her zaman. Sıcak ve kurakla temas eden her bozkırdan geçmiş insanın ses ve hissiyatında yer alır cırcır böcekleri.

Bugün yağmur duasına çıkacağız:
Ver Allahım ver, çokçana ver!

“Su nedir?” sorusu ile başlayabilirim, yaşam mücadelemizin ilk gerekliliği, yerine koyabildiğimiz bir besin, gıda, sıvı yok. İhtiyacımızın muadili, ikamesi yok. Sınırlı bir doğal kaynak. Toplumsal bir değer. Yaradılış gerekliliğinin ötesinde, kentlerin, sürdürülebilir bir tarımın, yaşamın, yerleşik olabilmenin ve kültür olabilmenin ilk ve öncelikli ihtiyacı. Bizim köklenme hikayemizin, Anadolu’nun, bozkırın akarı, katığın, aşın, insanın eşlikçisi.

Az gelişmiş diye anılan memleketlerin, demiş Hikmet Birand, hepsinin ya kurak bölgeye yakın, bitişik ya da kendilerinin yarı kurak olmaları dolayısıyla önemlidir (1957 tarihli Anadolu Manzaraları kitabında, Tema Vakfı yayınları, doğa anlatımı o kadar güzel ve naif, doğayı anlatmak böyle olmalı dedirtiyor insana).

Oysa güncel dilimiz doğayı farklı anlatıyor, biraz hükmetme, biraz uzlaşmama, biraz uyumlanmama var. Efsanelerimiz, mitlerimiz, hayat derslerimiz, anlatılarımız fazla su ve az su durumlarını aktarmış, her iki durumda da doğanın insandan intikamı, Tanrıların cezası, insanlığın ölümü olmuş.

Suriye çöllerinde bulunan antik şehir Palmira, tüm su kaynaklarının şehre yönlendirildiği bir üst uygarlık kurmuşken, şu anda çöl olmuş toprakların kalıntılarını inceliyoruz.

Mitolojide Butimar, bir gün denizin kuruyacağını düşünerek tasalanan ve bu sebeple hiç su içmeyen bir kuştur. Butimar, Pers Mitolojisinde deniz kuşudur ama sonunda susuzluktan ölür.

Susuzluk ve dolayısı ile kuraklık, ilk önce yağışlarla ilgilidir. Daha sonra kültür, gelişmişlik seviyesi. Kuraklık ve savaş, kuraklık ve kültür, kuraklık ve gelişim çok uzak konular değil. Anadolu’da kuraklık hep varmış ve de gelecekte de olacaktır. Geçmiş hikayelerimizde de yağmur duası ve kuraklıkla mücadele eden köylüler hep varmış ve yine olacak. Mezopotamya’da, Toros eteklerinde kuru tarım koşulları mevcutmuş. Suudi Arabistan’da Neolitik dönemde V şeklinde duvarlar bulunmuş. Su birikebilen kuyulardan bahsediyoruz.

Tarım ve sulama kültürel olarak aktarılan ve kültürü etkileyen bir sistem oluşturur.

Fakat, su politikaları üretmek, teknolojiyi kullanmak, yapay zekayı bu alanda kullanmak mümkün. Özellikle tarımda vahşi sulama yöntemlerinin azaltılması gerekiyor. Türkiye’de yüzde altmış sekiz oranında salma sulama yöntemi kullanılıyor. Tarım sulama yöntemi bu kadar önemli mi derseniz, kullanılabilir suyun yüzde yetmiş dörtü tarımsal sulamada kullanılıyor. Yüzde onüçünü içme ve günlük kullanımımızda tüketiyoruz. Kalan yüzde onüç ise sanayide kullanılıyor. Bir adet ayçiçeği büyüklüğünde bitkinin su ihtiyacı günlük bir litredir. Böyle düşününce insan daha derin bir susuzluk hissediyor, sanki deli gibi nefessiz kalarak içsem de susuzluğum artık asla geçmeyecek.

Susuzluk üzerine okurken ve hazırlanan raporları incelerken herkesin aynı şeyleri söylediğini fark ettim; aslında temel ihtiyacın su politikalarında ve kaynak kullanımında köklü değişikliklere ihtiyacımız olduğu. Suyun sorumluluğu bireysel müdahaleye ve çabasına bırakılıyor, tıpkı karbon ayak izinin azaltılma sorumluluğunun da bireye bırakılması gibi. İklim, kuraklık, kıtlık, …, bunların hepsi uluslararası afetlerdir ve dahli olanlar önce ülkeler, ülke politikaları, sonra firmalar, organizasyonlar, kar amacı gütmeyen toplum yararına çalışan kuruluşlar, sonra sistemler ve nihayetinde birey olarak insandır. Bu düzenleme hiyerarşik ilerlemelidir. Fakat popüler kültür bu sorumluluğu birey çabasına yüklemiş durumda, bu da sonuçsuz bir tüketim kültürü ve çarkı yaratıyor.

İklimi korumak için yine tüketiyoruz, plastik yerine cam pipet alırken, deri yerine vegan deri üretirken, karbon ayak izi az restoran açarken, sürdürülebilirlik eğitimi vermek için şehir şehir uçarken, Vegan saç makyaj malzemeleri üretirken, Vegan et üretirken, sürdürülebilir showroom’lar için sürdürülebilir malzeme alırken, o malzemelerin üretimini yaparken, yapılan showroom’a en çok tüketim yapılan AVM’lere açarken, tüketme çarkının içindeyiz. Doğru yapılan şeyler yok mu derseniz var elbette ama sistem aynı (Hindistan’da yaşama çark denir. Çark dönüyor, yaşam ölüyor oysa).

Firmaların, yeni iş alanlarının, iş başlıklarının hepsinde sürüdürülebilirlik, vizyon ve misyonunda toplum yararını gözeten iklim ve ekosistem korunmasına karşı duyarlılık not düşülüyor. Sistemin dönüşmesi niyeti gerçek olabilir ama bu niyetin tüm paydaşlar tarafından benimsenmesi gerekir.

Susuzluk, çölleşmeye, bioçeşitliliğin tehlikeye girmesine, ekolojik sistemin bozulmasına, kirli sudan kaynaklanan hastalıklara, malnütrisyona, fakirliğe, ekonomik problemlere, çatışmalara ve nihayetinde savaşlara sebep olur.

Dört bir yanı her türlü doğal kaynaklarla dolu Afrika; fakirlik, açlık ve temiz su noksanlığı ile mücadele ediyor diye aktarırken Emani Tavil tam da susuzluğun evrildiği kronik problemleri aktarıyor (Independet). Sahi, Afrika neden bu durumda? Ağaçların kesilmesi, yeşillendirme yapılması, yanlış sulama, ÇAD gölünün 1960 sonrası küçülmesi (ki yüzde doksanı kurumuş) gibi gerçekçi ön sebepler var. Politik durumları elbette göz ardı etmiyorum. Tarım alanlarının yüzde elliden fazlasını kaybettiğini de eklemek istiyorum.

‘Sudan ucuz’ deyimi, anlamını zaman içerisinde yitirdi. Suyun maliyeti ‘Yaşam’ oldu.
‘Havadan, sudan konuşmak’ deyimi, anlamını yitirdi. Su ikamesi olmayan pahada ağır bir doğal kaynak oldu.

Buğday, çavdar, arpa bozkırlıdır. Davar da bozkırlıdır. Susuzluk da bu topraklardandır. Bozkır da kuraklık da olağandır. Atalık tohumlarımız gibi uyumlandığımız bu toprakların bereketi kaçmasın dilerim.

Susuzluk dosyasını uzun zamandır önümde bekletiyordum, önce datalar üzerinden, sonra kullanım alanlarını inceleyerek, kayıp su kullanımı ya da atık suyun kullanıma kazandırılması dahil bir çok konuyu araştırıyorum. Fakat bu afetin edebi ve kültürel tarafı da var.

Bu afetin edebi ve kültürel tarafı da var. Ve bu alanda çekilmiş Necati Cumalı’nın yazdığı öyküden film çekilmiş, Metin Erksan’ın yönettiği Susuzluk ve İnsan ilişkilerini anlattığı film: Susuz Yaz. 
Türk Sinemasında uluslararası ilk ödül alan film olmasının ötesinde doğa problemlerinin sosyal hayatı ve ilişkilerini nasıl etkilediğini anlatır. Film çekim sonrası yaşananlar da Susuzluk kadar acı bir gerçeklikte ilerlemiş ve yönetmeni Sayın Erksan’ı oldukça üzmüştür.
1964 yapımı ‘Susuz Yaz’ filminde ana karakter Osman, köylüleri susuzluk ve yaz kuraklığı mücadelesinde çaresiz bırakmıştır ve çatışma hem doğaya hem de insana karşı başlamıştır. Berlin Film Festivalinde Altın Ayı ile uluslararası ilk ödülünü alan Türk Sineması daha sonra olacakları bilemez ve Habil-Kabil hikayesini de konu edinen filmin kaderinin de ihanet ve sinsilikle kesiştiği bir sonrası yolculuğu vardır. Yapımcı Ulvi Doğan’ın yarattığı hayal kırıklığını Fatih Akın 61.Cannes Film Festivalinde Metin Erksan’ın itibarını, Cannes ‘Klasik Filmler’ Bölümü Jüri Başkanlığını yürütürken açılış filmini ‘Susuz Yaz’ filmi ile yaparak, iade etmiştir.

Susuzluk probleminde bireysel girişimden ziyade Su Politikası ve üretim/tüketim düzenlemelerinde dünya genelinde bakış açısı dönüşümü, gelişimi, bazı konularda değişimi sağlamalıyız.
Altı çizilen temel konular şöyledir:
- Suyun bilinçsiz tüketimi
- Yanlış kentleşme politikaları
- Su havzalarının yapılaşması
- Tarımsal sulamada su kaybı
- Yöreye uygun tarım yapılmaması
- Ormanlık alan tahribi (madencilik, enerji yatırımları)
- Yanlış ve amaç dışı arazi kullanımı (Tüm maddeler Prof.Dr.Doğançay Tolunay’ın derlemesidir)

Deniz
‘Susuz Yaz’, Metin Erksan
Bakarken, Erol Taş gülüşünü duyuyorsunuz.
‘The Criterion Collection’
Biz Anadolu’yuz diye düşünmekte ısrar ediyorum

Referanslar


Discover more from DO Wellness

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a comment