Üniversite sonrası eğitim için gittiğim Londra’da bir festivalde ‘Free Hug’ (Sarılmak bedava) yazan bir tabela gördüm, bir genç kadın tutuyordu ve görenler ona sarılıyordu. Bana çok ilginç gelmişti, neden insanlar tanımadıkları insanlara sarılsın ki diye düşünmüştüm ve tam o sıralarda tanıştığım tüm Japonya, Güney Kore gibi sarılma konusunda sınırları olan kültürlerin vatandaşlarını sarılarak uğurluyor ve sarılma alışkanlıklarının olmadığını görünce yine şaşırıyordum ve biraz garipsiyordum. Selamlaşırken öpülen ve sarılan toplumlar oranı yüzde kırk olduğu bir data okuduğumu anımsıyorum. Sarılanlar ve öpüşenler azınlık demek mümkün.
Aslında sarılmanın bilimsel bir açıklaması var; sarılınca Oksitosin (Oxytocin) salınması, bir nöropeptid, nöronlar tarafından üretilen bir molekül, sadakat, bağlılık ve güven duygularının gelişmesine yardımcı oluyor. Oksitosin salınımı başka insanlarla olan bağımızın oluşumunu temellendirir. Bu sebeple de ‘The Love Hormone’ (‘Cuddle Hormone’ olarak da bilinir), Türkçesiyle ‘Aşk Hormonu’ olarak tanınır.
Evrimsel süreçte, kültürel antropolojide, ontolojik bir dönüş olarak saptanmış ‘Sarılmak’, ne yazdığımdan ben de emin değilim. Şaka yapıyorum elbette ve fakat kendi alanınız dışında terminoloji kullanınca biraz akış içinde eğreti duruyor ama kesinlikle şunu demek istiyor bilim; sarılmanın bireyin bilişsel gelişiminde ve sosyokültürel anlamda önemli bir etkisi var.
Sarılma üzerine bir çok araştırma yapılmış, bilişsel gelişim ve duygusal etkileşimdeki önemi anlaşılmak istenmiş. Bu merak çok şaşırtıcı değil, bir bebeğin annesi dokununca susması gözlemleyeceğimiz yakın temasın, sözsüz iletişimin en ilkel örneği olabilir. Ve bebekler üzerinde uygulanan, bilim dünyasında tekrar uygulanması yasaklanan utanç verici bir deney var: Frederick Deneyi. Dil yoksunluğu deneyi olarak tanımlanan bu araştırmada, 13. Yüzyılda, Kutsal Roma İmparatoru Frederick (Almanca Friedrich), Tanrının bilgeliği ile insan bebeklerinin doğuştan Adem ve Havva gibi , doğal olarak, içgüdüsel bir bilgiyle sözlü ve sözsüz iletişimi öğrenebileceğini test etmek istemiş. Bir anlamda insanın ayrıcalıklı ve seçilmiş hayvanlar olduğunu ispatlama girişimi.
Ne yazık ki beş bebekle yapılan deneyde hiçbir temas, iletişim ve sevgi görmeyen bebekler iletişim geliştirmediği gibi üç yıl içinde vefat etmişlerdir. Bu deney belki dinsel bir inancın ispatı olmamıştı ve fakat şu bilgiyi acımasız bir tecrübeyle bilim dünyasının öğrenmesine sebep olmuştur: insan sadece biyolojik bir varlık değildir, aynı zamanda sosyal bir varlıktır. İnsanlar temas etmeden yaşayamaz, dokunmak yaşamak ve beyin gelişimi için temel bir ihtiyaçtır.
Bebekken elzem olmasının yanı sıra, yetişkinlerde de dokunma yoksunluğu yalnızlık, depresyon, fiziksel acı, kişilik bozuklukları, bağlanma problemleri, stres gibi durumlara sebep olur.
Sarılmakla, yemek yeme beynin aynı bölgesini aktive ettiği için, sarılma ihtiyacımızı gidermediğimizde de açlık çekeriz. Fakat bu açlığı mide guruldaması, baş dönmesi, açlık hissi olarak algılamayız, belki öfke patlaması, fiziksel bedenden uzaklaşma, belki duygu durum bozukluğu, stres olarak gözlemleriz. Serotonin, oksitosin ve kortizol hormonları bu sebep-sonuç ilişkisinden sorumludur.
Noam Chomsky, dilbilimci, geliştirdiği evrensel dilbilgisi teorisinde (A Universal Grammar), şu düşünceyi savunur; tüm diller benzer bir dil yapısına ve kurallara sahiptir. Ve biz tüm bu temel bilgilerle beynimizde var olarak doğarız ve bu yapı ve kuralları anlayabiliriz. Modern dil biliminin babası lakabı ile tanınan Noam Chomsky, ‘A Universal Grammar’ teorisi tüm insanların doğuştan gelen yetenekleri ile dili kazanma, geliştirme, anlama yetileri vardır der, daha net bir anlatımla biyolojik olarak bir dili anlayacak bilinçdışı bilgilerle donanmış durumdayız.
Kolombiya Üviversitesinde, Psikoloji alanında Profesör olan Herbert Terrace, 1970’lerde yaptığı bir çalışma ile Nim Chimpsky adını koyduğu bir şempanzeyi ki ismi Noam Chomsky’e göndermedir, maymunların kendi doğal ortamlarında değil ama insan yanında büyürse işaret dili ile iletişim kurabileceğini dolayısı ile Noam Chomsky’nin ‘Evrensel Gramer Teorisi’nin doğru olmadığını ispat edeceğini söylediği bir deneydir. İki haftalık iken annesinden koparılan Nim, ‘Nim Project’in kobayı haline dönüşür. Profesör Terrace eski bir öğrencisinin evine yerleştirdiği Nim’in bir insan anne tarafından emzirilmesinden tutun da kendisi ile yakın yaş aralığına sahip insan kardeşi ile beraber büyütülmesi sırasında, deneyin amacına uygun olarak Amerikan işaret diliyle (ASL) sadece kelimeler öğrenir ama yapısal bir cümle kuramaz. Bana Elma, Bana Yemek dışında cümle yapısına yakın bir dizilim içeren cümleleri olmamıştır (Goriller ile farklı sonuçlar elde edilmiş ileri ki dönemlerde, fakat şempanzeler için geçerli değil). ‘Project Nim’ adında bir belgesel tüm bu süreci ve hayvan haklarına aykırı tüm üzücü detayları paylaşmış. Türkiye’de hiçbir platformda yayında değil ya da Türkiye yayın hakları alınmadığı için izlemem mümkün olmadı, fakat üzerine yazılan bir kaç yazıyı okudum. O notlar dahi yutkunmama sebep oldu. Bulma şansınız varsa, James Marsh’ın yönettiği bu belgesel 2011 yapımı ve Sundance başta olmak üzere en iyi belgesel ödülleri mevcut.

Tüm bu üzücü projenin bir çıkarımı daha olmuştur, ve benim de dikkat kesildiğim ve tüm bu bilgiyi size aktarmama sebep olan kısım: Şempanze Nim yemek ihtiyacı dışında ailenin kedisine sarılmak istediğini söylemiştir: Me Hug Cat! ‘Ben kedi sarılmak’ diye çevirmek mümkün olan sarılmak tıpkı insan türü gibi maymunların da temel ihtiyacıdır.

Sarılma hayvanlar aleminde etkileşim, güven, yas süreci, memnuniyet gibi duyguların karşılığıdır ve beyin gelişimine etkisi büyüktür.
Noam Chomsky’nin aktardığı sistemde tüm insanlar birbirini anlayabileceği bir dil yapılanmasına sahiptir ve böylece birbirlerini anlarlar, bu dil tüm evrensel dillerle ortak bir gramere sahiptir. Bu teorinin eksik olduğu kısım ise Frederick deneyinde ispat edildiği gibi evrensel gramer gibi evrensel duygusal iletişim de ortak kodlara sahiptir ve her dilde her ırkta anlaşılır.
Bu potada ırkçılığı da, hümanizmi de, doğaya karşı insan üstünlüğünü de eritmek mümkündür. Duygusal açıdan hayvanlar, insanlar ve doğa birbirini özellikle sözsüz iletişimde anlayabilmektedir ve her temasla eşitlenmektedir. Bilimin de ispat ettiği gibi her şey birbiriyle ilişkilidir ve dolayısı ile tektir varsayımına evrilecek ve bu teklik hissini size verebilecek basit bir pratik vardır: ‘Sarılmak’.
Sarılmak bir ihtiyaçtır ve hatırlatmakta yarar görüyorum; giderilmediğinde açlık çekeriz.
‘Hug’ kelimesinin Antik İskandinav dillerinden geldiğine inanılır, geldiği kök kelime ‘Hugga’dır ve İngilizce ‘Comfort’ anlamına gelir. Türkçe karşılığı mı: ‘Huzur’ demeyi tercih ederim.
Sevgiler
Deniz

Sanatçının Instagram Hesabı
Referanslar
- https://www.journals.uchicago.edu/doi/full/10.1086/715754
- https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/15206831/
- https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2865952/
- https://www.cell.com/current-biology/fulltext/S0960-9822(17)30204-X
- https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0306453007000698?via%3Dihub
- Belgesel ‘Project Nim’: https://www.imdb.com/title/tt1814836/?ref_=ext_shr_lnk
Discover more from DO Wellness
Subscribe to get the latest posts sent to your email.