İnsan kendine sadık kalabilir mi?

İnsannın kendine sadık kalması samimiyet ile ilgili bir mesele.

Olumlamalar çalışmasının dayatıldığı modern psikoloji seanslarından başını kaldırabilenlerle samimiyeti konuşmak istiyorum. Aslında ben yazıyorum ve siz okuyorsunuz, hem bilmediğim sulardayım, bir tecrübe ile yazabilecek kadar görüsüz değilim, adım atmaktan ve kendimi ifade etmekten çekinecek kadar da utangaç değilim. Düz gördüğüm yerdeyim hayatımda. Bir meselemiz var.

Bir beden yetiştiriyoruz, zaman zaman büyüyor, anladığımız o ‘aha!’ zamanlarında daha çok. Aynı hatayı bir daha yapamayacağımızı anladığımız ‘o’ an gibi. Değerler üzerine çok okuyorum ve karar alma süreçleri ile bağlantısını önemsiyorum. Ailemiz ile ilgili ilişkilerden edindiğimiz değerler olduğu gibi, yaşam içerisinde de bizi geliştireceğini düşündüğümüz değerleri ediniyor, zaman zaman üst sıramıza taşıyoruz. Karar verdiğimiz değerlerle beraber oluşturduğumuz otantik halimizi korumak ve bir ömrü nasıl geçiririz sorusuna yanıt arıyoruz. Sorunun doğrusu şöyle olmalı sanki: kendimle bir ömür nasıl geçiririm?

Fatih Akın, merakla takip ettiğim yönetmenlerden birisi, iyi bir hikaye anlatıcısı ilk önce. Ve ilk filmlerini bağımsız filmin yazılı olmayan kurallarına uygun bulur ve biraz bu konuda eleştirirdim. Fazla agresif ve karanlık gelirdi, bu izlenimim elbette çok fazla tüketim ile alakalı. Çok sevdiğim halde kimse bana tekrar Ingmar Bergman filmi izletemez, ya da Lars von Trier’in Antichrist filminden sonra takip edebilmem mümkün olamazdı. Karanlığın altının çizilmesi, kusurlu olması, kötünün hikaye edilmesi, bitmeyen hikayeler, sanatı fazla zorlamak, görseli sorgulamak hikaye anlatıcılığının 21. yy keşfiydi. Öğretilerin bırakıldığı, iyinin değil kötünün normalleştirildiği era. Benim için bir noktadan sonra bu dayatılan bir hal aldı ve bağımsız filmleri izleme zevkimi köreltti. Farklı arayışlara yöneltti. Tüm bu film furyasından sonra, daha doğrusu idealize ettiğim bir kültürü geride bırakırken bir film izledim ve çok eğlendim: Soul Kitchen, 2009*.

Konuyla ilgili bir kitap metni okudum, tüm yazının çerçevesini oluşturdu. Fatih Akın, Sinema Benim Memleketim, 2011 tarihli kitabında şöyle yazmış: ” ‘Soul Kitchen’ bana üzerine vurulan ciddiyet damgasından kurtulma olanağı sundu. Buna karşı çok büyük bir arzu duyuyordum çünkü yaşam yalnızca acı ve düşüncelere dalmaktan oluşmuyor. Ayrıca çok geç olmadan ‘Soul Kitchen’ı yapmak istiyordum. İnsan yaşlandıkça bu yaşam duygusu kayboluyor, günün birinde artık inandırıcı gelmeyebilirdi. Hazırlıklar sırasında korku peşimi bırakmadı: Bu ‘saçmalık’la kazandığım uluslararası ünü tehlikeye mi atacaktım? Cahiers du cinéma filmi yerin dibine sokacak diye kaygılanıyordum. Ama kendimi şu düşünceyle avuttum: Bunun senin umrunda olmaması gerek. İnsan kendine sadık kalmalı.

Kendine sadık kalmak bir samimiyet meselesi. İnsanın kendine karşı samimi olması oldukça zor bir eylem, çünkü samimiyet yaptığımız hataları kabul etmeyi gerektiriyor. Hataları kabul etmek hata yaptığınız başka kişiye, hayvana ya da organizayona, topluma karşı değil; kendinize karşı yaptığınız hatayı kabul etmek bambaşka bir mesele.

Fatih Akın’ın yaşama sevincini aktarmak istediği bir filmi, kendi yaşam amacına hizmet eden bir iş alanında çalışırken başkasının ya da bir kurumun dayattığı standartlara karşı kendini sorgulaması kendine karşı olan samimiyetden uzaklaşması ve sonra yeniden kendini bulması ve sadakatini anımsaması harika bir iç ses yazını.

*Soul Kitchen, 2009 IMDb linki için tıklayınız.


Discover more from DO Wellness

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Leave a comment